Saatçilik tarihinin en karanlık dönemi, karanlıkta parlayan kızlarla başladı. Tarihin kara lekelerinden birini, adalet savaşını ve parlayan ilk kadranları, radyum kızlarının ürkütücü hikâyesiyle anıyoruz.
Radyum, hepimizin adına aşina olduğu, saatlerle ilişkisini bildiğimiz bir madde. United States Radium Corporation ve orada çalışan kızların radyumla ilişkisini incelemeden önce bu maddeyle ilgili bilgilerimizi tazeleyelim.
Ünlü kimyager çift, Polonyalı Marie ve Fransız Pierre Curie, radyumu 1898 yılında bilim dünyasıyla paylaştı. Oldukça heyecan verici olan bu keşif, bugün Çek Cumhuriyeti olarak bildiğimiz Bohemya Bölgesi’nde bulunan, bir tür uranyum cevherinden elde edildi. Çift, uranyumu cevherden çıkardığında kalıntıların hala radyoaktif olduğunu fark etti. Kalıntıları ayrıştıran kimyagerler, spektrum incelemesi yaptıklarında materyalin öncelikli olarak bilinmeyen bir element olan baryum olduğunu keşfettiler.
Hollandalı tarihçi Peter van der Krogt’a göre elemente öncelikle, Latince ‘yarıçap’ veya ‘ışın’ anlamına gelen ‘Radius’ veya ‘Ray’ isimleri verilmişti. Çünkü elementten yayılan radyasyon, uranyum radyasyonundan yaklaşık 3 milyon kat daha büyüktü. Kraliyet Kimya Derneği’ne (Royal Society of Chemistry) göre Curie’ler, yaklaşık 10 ton cevherden 1 miligram civarında radyum çıkarabilmişti.
1903 yılında Nobel Ödülü alan ilk kadın bilim insanı Marie Curie ve eşinin çalışma defterleri, bugün hala yüksek derece radyoaktif. Chemicool’a göre, en uzun yarıyıl ömre sahip olan izotop, 1602 yılla Radium-226.
Yüzyıldan daha uzun bir süre önce, karanlıkta parlayan saatler, karşı konulamaz bir çekime sahipti. Özel parlak boyayla kaplı olan rakamlar ve markörler, sunduğu sihirle insanları büyülüyordu. Bu kadranları üreten ilk fabrikalardan biri 1916 yılında New Jersey’de açıldı. Fabrika, ilk etapta 70 kadına iş verdi.
Kadran boyama, maddi zorluklar çeken kızlar için ‘elit’ iş olarak görülüyordu. Ortalama fabrika işinden üç kat daha fazla ödeme yapılıyor, ulusal düzeyde kadın işçilerin ilk yüzde 5’inde yer alacak kadar şanslı oluyorlardı. Bu tür işler, kadınlara finansal özgürlük sağlıyordu. Çalışan kızların birçoğu 10’lu yaşlarının sonunda, 20’li yaşlarının başındaydı. Küçük eller, kadran boyama için oldukça uygundu. Kızlar, yeni işlerinin dayanılmaz cazibesini aile ve arkadaşları aracılığıyla yaydı. Kız kardeşler, aynı stüdyolarda çalışmaya başladılar.
Radyumun parlaklığı, küçük kızlar için ayrı bir cazibeye unsuru oluşturuyordu. Kısa süre sonra ‘hayalet kızlar’ olarak anılmaya başlandılar. Çünkü vardiyaları bittiğinde, zamanla karanlıkta parlamaya başlamışlardı. Kendilerince bu ikramiyeden en iyi şekilde yararlandılar, en güzel elbiselerini işe giderken giydiler, böylece geceleri gittikleri dans salonlarında parladılar, hatta ölümcül parlaklıkta gülümseme için dişlerine radyum sürdüler.
Kızlar, bazıları yalnızca 3,5mm genişliğindeki küçücük kadranları boyamak için öğretilen tekniği özenle uyguladı. İnce bir nokta yapmak için boya fırçalarını dudakları arasında kaydırmaları söylenmişti. Dudak işaretleme (lip-pointing) rutininde kızlar, fırçaları her ağızlarına götürdüklerinde, parlayan yeşil boyanın bir kısmını da yutuyorlardı. ‘The Radium Girls’ kitabının yazarı Kate Moore, kitabında, Mae Cubberley’nin anılarını şöyle aktarıyor: “Sorduğumuz ilk şey ‘Bize zarar verir mi?’ oluyordu. Doğal olarak, size zarar verecek bir şeyi ağzınıza sokmak istemezsiniz. Bay Savoy (yönetici), tehlikeli olmadığını, korkmamıza gerek olmadığını söyledi.”
Parlayan bu elementin keşfedilişinden bu yana zararlı olduğu biliniyordu. Marie Curie’nin kendisi de radyasyon yanıklarıyla baş etmek zorunda kalmıştı. İlk kadran ressamı, fırçasını dudaklarına götürmeden önce, insanlar radyum zehirlenmesinden hayatlarını kaybetmişti. Bu yüzden radyum şirketlerindeki erkekler, laboratuvarlarda kurşun önlükler giyiyor ve radyumu fildişi uçlu maşalarla tutuyorlardı. Bütün bunlara rağmen kızlar, böyle bir korumaya sahip değildi. Hatta sağlıkları için gerekli olduğu söyleniyordu. Çünkü o zamanlar, fabrikada çalışan kızlarınki gibi, küçük miktarlarda alınan radyumun sağlığa sağlık kattığı inancı vardı. İnsanlar, radyum suyunu tonik olarak içiyor, kozmetik malzemelerine, tereyağına, süt ve diş macunlarına ‘mucize unsur’ olarak ekleniyordu. Gazeteler, radyum kullanımı için “Hayatımıza yıllar katıyor” diyordu.
Ancak bu inanç, bolca kazanç elden eden endüstriyi ayakta tutmak için radyum şirketleri tarafından yürütülen araştırmalar üzerine kurulmuştu. Tehlike işaretlerinin tamamı görmezden gelindi.
İlk Ölüm
Takvimler 1920’yi gösterdiğinde radyum kızlarından bazılarında yorgunluk ve diş ağrısı gibi belirtiler görülmeye başlandı. 1922 yılında Grace Fryer’in iş arkadaşı Mollie Maggia, hasta olduğu için fabrikadan ayrılmak zorunda kaldı. Arkadaşları, problemin ne olduğu anlayamamıştı. Sağlık sorunları ağrılı bir dişle başlamıştı. Diş hekimi, dişini çekti ama diğeri ağrımaya başladı. Onun da çıkarılması gerekiyordu. Sökülen dişlerinin yerini kanlı, kırmızı-sarı irinli yaralar aldı. Yaralarından devamlı irinler sızıyor, çok acı veriyor ve nefesini kokutuyordu. Sonrasında ağrı uzuvlarına yayıldı, öyleydi ki yürüyemez hale gelmişti. Doktor, sorunun romatizma olduğunu düşünerek, ona aspirin verip evine yolladı.
Mayıs 1922’de Mollie’nin umutları da tükenmeye başlamıştı. Dişlerinin çoğunu kaybetmişti, alt çenesinden ağzının çatısına ve hatta kulaklarındaki bazı kemiklere kadar uzanan tek, büyük bir apse olduğu söyleniyordu. Diş hekimi, Mollie’nin çenesini nazikçe tuttuğunda büyük bir şok yaşadı: Çene kemiği, doktorun elinde kalmıştı. Sadece günler sonra, tüm alt çenesi aynı nazik hareketle çıkarılmıştı. Radyum, kemiği yok ederek, kızlar henüz hayattayken kemiklerinde delikler açıyordu.
Mollie parçalara ayrılmaya başlamıştı. Ancak bu sorunları yaşayan bir tek o değildi. Grace Fryer de çenesiyle ilgili problemler yaşıyor ve ayaklarındaki ağrıdan şikâyet ediyordu. Diğer radyum kızlarında da benzer problemler vardı.
12 Eylül 1922’de Mollie Maggia’yı bir yıldan az süredir rahatsız eden bu garip enfeksiyon, boğaz dokularına yayılmıştı. Hastalık yavaş yavaş şahdamarından geçiyordu. Saat 17.00’de ağzı hızla kanla dolarak öldü. Doktorlar ölüm sebebini anlamaya çalışırken, ölüm belgesine frengi yazıldı. Eski şirketi, ilerleyen günlerde ölüm nedenini ona karşı kullanacaktı.
Ölümün Işığı
United States Radium Corporation (USRC), genç kadınların ölümüyle ilişkisini iki yıl boyunca reddetti. Yayılan dedikodu sonucu azalan işler nedeniyle, 1924 yılında, kadran boyama işi ve kızların ölümleri arasındaki söylentilere bakmak için bir uzman görevlendirdiler. Bağımsız çalışma, radyum ve hastalıklar arasındaki bağlantıyı doğrulayınca, firma başkanı öfkelendi. Sonuçları kabul etmek yerine, karşıt sonuç yayınlayacak yeni çalışmalar için ödeme yaptı ve orijinal raporla ilgili Çalışma Bakanlığı’na yalan söyledi. Kamuoyu önünde kadınlara, kendi hastalıklarını fabrikaya yıktıklarını ve medikal faturaları için mali yardım almaya çalıştıklarını söyleyerek kınadı.
Raporun hazırlanmasıyla birlikte, Grace Fryer ve arkadaşlarının en büyük zorluğu, gizemli hastalıklarıyla günde yüzlerce kez yuttukları radyum arasındaki bağlantıyı kanıtlamaktı. Radyum firmasında çalışan bir erkeğin ölmesiyle birlikte uzmanlar görevi üstlendi. 1925 yılında Harrison Martland adındaki bir doktor, radyumun kadınları zehirlediğini kanıtlayan testler geliştirdi. Martland, ayrıca bedende nelere yol açtığını da açıkladı. Pierre Curie bir keresinde, bir kilo saf radyumla aynı odada olmak istemeyeceğini belirtti, çünkü tüm cildini dışarıdan yakacağına, görme yetisini yok edeceğine ve muhtemelen onu öldüreceğine inanıyordu. Martland, radyumun dâhili olarak kullanıldığında, küçük miktarlarda olsa bile, hasarın binlerce kat fazla olduğunu keşfetti.
Grace Fryer’in omurgası ezilmişti ve çelik bir sırtlık takması gerekti. Başka bir kızın çenesinde inanılmaz büyüklükte tümör gelişmişti, kızların bacakları kısalmıştı ve kendiliğinden kırılıyordu. Ürkütücü şekilde, hasarlı kemikler, radyum nedeniyle parlamaya başlamıştı. Kızlar, gecenin bir yarısı aynada kendilerine baktıklarında, parladıklarını görerek radyum zehirlenmesi yaşadıklarını anlıyorlardı. Martland, zehirlenmenin ölümcül olduğunu anlamıştı. Radyumu kemiklerden çıkarmanın bir yolu yoktu.
1927 yılında genç bir avukat olan Raymond Berry, Grace ve dört arkadaşının defalarca avukatlar tarafından reddedilen davasına bakmayı kabul etti. Ancak zaman tükeniyordu, kadınlara dört ay ömürleri kaldığı söylenmişti. Davanın açılması büyük bir şok dalgası yarattı ve Amerika’nın dört bir yanında çalışan kadran ressamları kızlar olaylara dâhil olmaya başladılar.
1938 yılında Catherine Wolfe’nin (evlendikten sonra soyadı Donohue oldu) kalçasında greyfurt büyüklüğünde bir tümör gelişti. O da Mollie gibi önce dişlerini kaybetmiş, çene kemiğinin parçalarını ağzından toplamak zorunda kalmıştı. Hiç durmadan sızan irin yüzünden ağzında sürekli desenli bir mendil tutuyordu. Kendisinden önce ölen arkadaşları, onu daha da güçlü bir hale getirdi.
Catherine, adalet mücadelesine 1930’ların ortasında başladı. Davası 1938’de mahkemede görülmeye başlandığında, ölüme çok yakın olmasına rağmen, doktorlarını dinlemeyip ölüm yatağından onlara cevap verdi. Avukat Leonard Grossman’ın yardımıyla sadece kendisi için değil, Amerika’nın her bölgesindeki işçiler için adaleti tecelli ettirmeyi başardı.