Çıkış Saati... Yani saat hobisinden çıkmanızı, artık yeni model arayışına son vermenizi sağlayacak “o saat”. Peki, böyle bir saat gerçekten var mı?
Eminim birçoğumuz saatlere olan ilgimizin ne zaman başladığını tam olarak hatırlayamayacak kadar uzun yıllardır bu büyülü dünyasının içindeyiz. Peki bilinçli bir şekilde saatlerle haşır neşir olmaya başladığınız yılları, saatçileri arşınladığınız günleri, internet sayfalarını okurken uykusuz kaldığınız geceleri hatırlıyor musunuz? Hala aynı heyecan ve enerjiyle bu aktivitelere devam ediyorsanız şanslı azınlıkta olduğunuzu belirtmem gerekiyor. Kalanlar için ise durum biraz karışık olabilir.
Saatler, mekanik kol saatleri, özellikle erkekler için büyülü bir dünya. Mikro mekanik şaheserlerin lüks tüketim algısıyla birleşip katma değeri bu denli yüksek objelere dönüşmesi kesinlikle takdir edilesi bir durum. Her konuda olduğu gibi bu alanda da aşırıya kaçanlar, satın aldıkları “nesnelerle” bir tarz ve hatta kişilik sahibi olduğunu zannedenler mevcut ki bu tarz tüketicileri tartışamaya gerek dahi görmüyorum.
Şimdi o heyecanlı güne geri dönelim. Uzun zamandır araştırdığınız, artık istemekten öteye geçip arzu boyutuna ulaşmış duygularınızla esiri haline geldiğiniz bir saat var. Fotoğraflarına baka baka üzerindeki her detaya hâkim hale gelmişsiniz. O modele özgü yazılmış çizilmiş ne varsa her şey aklınızda. Saatçide kaç defa kolunuzda denediğinizi hatırlamıyorsunuz bile. Parayı ödediğiniz anda hayallerinize kavuşacaksınız. Uzun süren düşünce dalgalanmalarının ardından tetiği çekiyorsunuz. Muhtemelen çok mutlusunuz. Saatinizin markasından, modelinden, özelliklerinden bağımsız garip bir tatmin duygusu yaşıyorsunuz. Merak etmeyin çok uzun sürmeyecek.
Aradan günler, haftalar geçmiş, gözünüzden sakındığınız saatinizin yüzeyinde ilk kılcal çizikler oluşmaya başlamıştır. İşin daha da ilginci uzun zamandır hayallerinizi süsleyen saat artık eskisi kadar heyecan yaratmıyordur. Bir süre sonra kaçınılmaz gerçeği kabullenmek zorunda kalırsınız. İlk göz ağrınız ilginizi hala çekse de gönlünüzü yeni saatlere kaptırmaktan da geri duramazsınız.
İlk saatin bünyede yarattığı etki başkadır. Ne kadar üst düzey bir saate kavuştuğunuzun önemi olmaksızın sıfırdan bir noktaya gelmek tarifsiz bir haz verir. İnsan doğası gereği, iyiye ve güzele kolay alıştığından artık eşik değeri yükselmiştir. Bir sonraki saatiniz, maalesef ilki kadar heyecan yaratmayabilir.
Bu noktada en kolay çözüm kademe yükseltmek gibi duruyor. İşin kötü kısmı ise bir noktadan sonra hem bütçemiz hem de aklımız bizleri sınırlamaya başlıyor. Fiyat sınırının atmosfer katmanlarında adım adım ilerlediği saat sektöründe sürekli olarak yükselmek gibi bir durum asla söz konusu değil. Diyelim ki astronomik fiyat etiketleri gözümüzü korkutmayacak kadar varlıklıyız, bu sefer de rasyonel düşünceler bu denli yüksek meblağları harcamamıza engel olabiliyor. Çözüm nedir derseniz, uluslararası jargonda “exit watch” olarak geçen ilginizi ve hatta hobinizi noktalayacağınız, sizi ömrünüzün sonuna kadar mutlu edecek, başka hiçbir saate ilgi göstermenize gerek bırakmayacak “o” modeli bulmak. Sizce kulağa nasıl geliyor?
Aslında sonuncu saatini bulma ve alma arayışındaki insanların genel olarak hobilerine karşı ilgilerini kaybettiklerini düşünüyorum. Yıllarca süregelen araştırmalar, harcanan zamanlar, ortak ilgi alanı doğrultusunda kurulan arkadaşlıklar, dostluklar ve çok daha fazlası. Bakıyorsunuz ki bir yanda onca emek, diğer yanda artık eskisi kadar haz vermeyen, manevi değerini kaybetmiş “nesneler”. Sanırım yaşanmışlıklara saygı duruşunun bir diğer adı “çıkış saati” oluyor.
Suçlu kim? Saat firmalarının payı büyük. Çok değil, sektörün son on yıllık geçmişini incelerseniz bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda isim hariç birçok marka hızlı bir değer ve itibar kaybı yaşıyor. Kötü yönetimler, heyecansız yenilikler ve her şeyden önemlisi başarısız pazarlama stratejileri kimilerini batırıyor, haliyle küçük bir grubu da yükseltiyor. İstisnasız her yerde spor seri Rolex ve Patek Philippe modelleri için abartılı taleplerle karşılaşılıyor. Çılgın Araplar ya da Uzakdoğulular pazarı domine etmeye devam ediyor. Egzotiklerin başını çeken Richard Mille ivmeli çıkışına halen daha olanca hızıyla devam edebiliyor. Avrupa’nın beyefendilerinin, hanımefendilerinin zarif seçimleri yerine gösteriş unsuru yüksek modeller yerlerini sağlamlaştırıyorlar.
Doğrusu bu akım daha ne kadar devam edecek merakla bekliyorum. Panerai ne zaman eski, çekirdek hayran kitlesiyle, DNA’sına uygun modellere geri dönecek? JLC, ne zaman hak ettiği ilgi seviyesine ulaşabilecek? Bağımsızlardan kaç marka yok olmadan geniş kitlelere ulaşabilecek? Daha doğrusu saat dünyası birkaç markanın hegemonyasından nasıl ve ne zaman kurtulacak? Eminim ki tekelleşmeden uzak, pazarlamadan çok saatçiliğin ön planda olduğu zamanlara döndüğümüzde çıkış saatini arayanların sayısı da bir hayli azalacaktır.