Kevin O’Dell Röportajı

Kevin O’Dell Röportajı

Sıkı bir Paneristi olmasının yanı sıra Panerai markasına olan tutkusunu www.paneristi.com ‘da yaptığı paylaşımlar ile de dile getiren Kevin O’Dell ile yaptığımız keyifli sohbetin detayları haberimizde...

SO:Sevgili Kevin, öncelikle Horobox’a hoş geldin.. Bize vakit ayırdığın için çok teşekkür ederiz.

KD: Rica ederim Serdar, burada olmaktan dolayı çok mutluyum. Beni düşünmüş olmana çok memnun oldum ki zaten saatler konusunda konuşmaktan çok hoşlanırım dolayısıyla ben teşekkür ediyorum.

SO: Uzun zamandır aktif olan ve özellikle www.paneristi.com‘da yaptığın paylaşımlarla tanınan sıkı bir saat meraklısısın. Saatlere duyduğun merak nasıl başladı..? Bu hobinin bir tutkuya dönüşmesine sebep olan unsurlar neydi..?

KD: Aslına bakacak olursak çocukluğumda saatlere meraklı falan değildim. Tek düşündüğüm kay-kaya binmekti. Tabi bu durum 15 yaşında eşime rastlayana kadar sürdü. Sonrasında ise sadece kay-kay ve eşim vardı.. Hahahah.. Müziğe meraklıydım.. Bir de spor ayakkabı koleksiyonum vardı. 20li yaşlarıma kadar saatler pek ortada yoktu diyebiliriz özetle. Babam kuyumculukla uğraşıyordu. O dönem çalıştığım video prodüksiyon şirketi kapanınca babamın yanında daha fazla vakit geçirmeye başladım. Babamın tamir işlerini hallettiği yerel bir rehinci vardı. Evime yaklaşık 1.5km uzaklıkta olan bu dükkâna yabancı değildim zira ilk video kameramı da oradan almıştım.

Açıkçası benim için iyi bir değişiklik oldu zira yapmaktan hoşlandığım yegâne şeyler kay-kaya binmek ve video çekmekti ama düğünlerde kameramanlık yapmak gibi işler beni bu merakımdan soğutmaya başlamıştı. Her neyse, kısa bir zaman içerisinde saatleri öğrenmeye başladım. Bilirsin sahte olanları ayırt etmek ve Rolex, Omega, Breitling gibi markların muhtelif modelleriyle vakit geçirmek gibi..

Kevin-O-Dell-nterview-4.jpg

İlk başta lüks saatlerin zenginlerin hava atmak için kullandıkları objeler olduklarını düşündüm.. Hahaha.. İşçi bir aileden geliyor olmak sanırım ilk etapta bu şekilde düşünmeme sebep olmuştu. Ne zaman ki lüks saatlerin arkasında yatan kalite, işçilik, sanat gibi unsurların farkın vardım, o zaman saatlere olan bakışım değişmeye başladı. Bir bakıma kendi içimde bir çelişki yaşadım diyebilirim. Gelirin ucu ucuna yettiği işçi sınıfı bir ailede doğup 15 yaşında çalışmaya başlayan bir çocuk olarak ‘’lüks’’ bir objeye sahip olma fikrini benimseyemedim ki zaten kay-kay ve punk rock’tan hoşlanan, sürekli aynı tshirt’ü ve Vans ayakkabıları giyen bir tip olarak tarzıma da çok uyduğunu düşünmedim. En sonunda dayanamadım ve dükkâna gelen Omega Seamaster’lardan birini aldım. Sanırım 800usd civarı bir para verdim.

İşin tutku kısmına gelirsek durum şöyle; Ben genel anlamda hoşlandığım her şeye tutku ile bağlandım. Kay-kaydan spor ayakkabılarıma, müzikte eşim Danielle’e kadar hep böyle oldu. Aslında dürüst olmak gerekirse kendimi obsesif olarak nitelemem gerekir.. Hahahah.. Ama ben tutkulu demeyi tercih ediyorum. Saatlere olan ilgim arttıkça bu konudaki bilgim de aynı şekilde artmaya başladı ve bir noktada yolum Panerai ile kesişti.

Kevin-O-Dell-nterview-1.jpg

SO: İlk önemli saatin hangisiydi..? Ona nasıl sahip oldun..?

KD: Açıkçası ilk ‘’önemli’’ saatimi düşünmek bana biraz komik geliyor çünkü gerçekten bu sorunu cevabını bilemiyorum. İlk gerçek saatim Omega’yı belki bu soruya cevap olarak gösterebilirdim ama sanırım 2006’da satın aldığım ilk Panerai olan PAM111 sanırım daha doğru bir cevap olur. O saatin benim için önemli olmasının sebepleri var elbette. Öncelikle o saat sayesinde Panerai gibi özgün bir markayla ve o markanın etrafında toplanan hayranlarıyla bir araya gelme fırsatını buldum. Sıfır aldığım ilk saatti ve 4000USD benim için oldukça önemli bir meblağdı. O dönem 22 yaşındaydım ve nişanlıydım.  Çok çalışıp para biriktirmek zorunda kaldım zira saati aldığım dönemde bir söz yüzüğü, balayı ve ilk evimizin depozitosu gibi masraflarım da vardı.

Bana göre gelmiş geçmiş en güzel Panerai modeliydi.O dönemden bu döneme marka hakkındaki bilgim elbette çok gelişti ama PAM111 benim için gerçekten çok özel bir saatti. Panerai markasını görür görmez çok etkilendim.Tasarımlarındaki iddialı ve ikonik görüntü, kadranın sadeliği ve elbette ki tool watch DNA’sının arkasında yatan tarih beni çok etkiledi. Bu arada saatin insanlar tarafından fazla tanınmıyor olması ve nadir bulunuyor olması da çok hoşuma gitmişti. Hem hava atar gibi durmuyordum hem de tarzımla fevkalade uyumlu bir saat bulmuştum. Ayrıca bu saatin beni koleksiyoner durumuna getiren saat olduğunu da belirtmek isterim zira öncesinde hep bir adet saatim olurdu.

Bu saat benim için hala gerçekten özel bir saat. O dönemin ETA mekanizmalı referanslarının tamamı öyle hatta çünkü bu modeller markanın ruhunu yansıtan modellerdi. Panerai’nin bu durumdan uzaklaşıyor olmasını izlemek üzücü ama bu farklı bir konu elbette.. Hahaha..

Kevin-O-Dell-nterview-6.jpg

SO: İlk Panerai ile nasıl tanıştın..?

KD: İlk gördüğüm Panerai Orlando Bloom’un canlandırdığı karakterin kolunda olan PAM127’ydi. Saatin üzerinde de pek çok Paneristi tarafından hakir görülen Bordeaux deri kayış vardı.. Hahaha.. Filmi Danielle ile birlikte izledim.. Berbat bir filmdi ama aklım ciddi şekilde saate takılmıştı. Nerde veya kaça satıldığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Neyse ki çalıştığım dükkânın sahibi saatlere meraklıydı ve bana ne olduğunu söyledi. Hemen araştırdım ve bulunduğum yere çok da uzak olmayan bir bayi buldum. Hemen gittim ve modelleri incelemeye başladım. Güncel katalogun yanında bana bir de ’’Panerai Historia: From the Depths of the Sea’’ kitabını verdiler. Her ikisine de hemen eve götürdüm ve defalarca okudum.Kısa bir süre sonra PAM111’de karar kıldım. İşin komik tarafı o dönem bayide sadece 5-6 Panerai vardı ve aralarında 111 yoktu. Hatta az kaldı ellerinde hazır vaziyette bulunan PAM005’i alıyordum ki bayide çalışan satıcı bana gerçekten almak istediğim modeli almam gerektiğini söyledi ve ben de bu sayede PAM111 için kapora verip beklemeye başladım. Yaklaşık bir ay sonra da saatime kavuştum.

Elizabethtown-Panerai2.jpg

Bu arada ilginç bir hikâye daha anlatayım; 2015in başlarında Panerai Kuzey Amerika’nın eski başkanı olan Bay Rafael Alvarez ile tanışma fırsatı buldum. Kendisine ilk Panerai’imi alma hikâyemi anlattığımda bana vermek istediği bir şey olduğunu söyleyip masadan kalktı ve elinde Orlando Bloom’un Elizabethtown film setinde çekilmiş bir fotoğrafı ile döndü. ‘’ Bu senin için.. Almanı istiyorum.. ‘’ dedi ve fotoğrafı verdi. Gerçekten çok etkileyici bir hareketti benim için zira hem Bay Alvarez hem de markanın diğer çalışanlarının büyük bir kısmıyla fikir ayrılıklarım da olsa kendisinin bu hareketi çok hoşuma gitmişti.

Elizabethtown_pam1.jpg

SO: Farklı pek çok özel ve limitli modeli de içinde barındıran, çok güzel bir Panerai koleksiyonun olduğunu biliyoruz. Ancak şu sıralar seni pek Panerai ile birlikte göremiyoruz. Bu durumun sebepleri nelerdir..?

KD: Dostum bu gerçekten içi bayağı dolu bir soru ve gerçekten tek bir neden ile cevaplamam da mümkün değil. Benim için gerçekten dönüm noktası sayılabilecek bir dönem geçirdim. Yaklaşık 3 sene önce diyete başladım bu durumun bir sonucu olarak bayağı kilo verdim. Tüm hayatım boyunca olmam gerekenden daha kiloluydum ama son zamanlarda bu artık iyice kontrolden çıkmaya başlamıştı ve ben kendimi çok kötü hissediyordum. Tıpkı diğer tüm obsesif hallerimde olduğu gibi temiz ve sağlıklı yemek yemek de benim için bir takıntı haline geldi. Özetle 10 ay içerisinde 50kg’a yakın zayıfladım ve kolum net 2.5cm inceldi. 47mm’lik Panerai’lerim kolumda gerçekten çok kötü durmaya başladı ve bu durumdan ötürü onları kullanmayı bıraktım. Sevdiğim bir Paneristi dostumdan Vintage Rolex Submariner 5513 aldım. Bileğimde çok iyi durduğunu ve bana çok yakıştığını düşündüm.5513 de tıpkı baz model Panerai’lerde olduğu gibi fevkalade dengeli bir saatti. Büyük tiritum indeksleri ve az yazılı kadranıyla beni etkileyen bir model oldu. Sonuçta kendimi sadece o saati takarken buldum ve tüm 47mm Panerai’lerimi sattım. Daha sonra sevgili kızım Madeleine Rose dünyaya geldi ve kendimi ilk defa yetişkin gibi hissettim. Panerai ve Paneristi geçtiğimiz son 8-9 sene içerisinde sadece benim değil eşim Danielle’in hayatının da çok önemli bir bölümünü kapladı. Açıkçası biraz üzücü de başlasa oldukça heyecanlı bir sürecin içerisinde buldum kendimi. Diğer markaları da tanıyıp anlamaya başladım ve vintage saatlerin bana daha uygun olduklarını fark ettim. Hatta bu konuda benim gibi düşünen farklı Paneristi arkadaşlarım da oldu ve onlarla birlikte mini bir de grup kurduk. Panerai koleksiyonum da bu durumun bir sonucu olarak gitgide zayıflamaya başladı.

Kevin-O-Dell-nterview-5.jpg

SO: Eğer sana özel bir Panerai tasarlanması söz konusu olsa hayalindeki Panerai’i nasıl tanımlarsın..?

KD: Aslında Panerai’in nasıl modeller üretmesi gerektiğine ve mevcut modellerinin hangilerinin üretimine son vermesi gerektiğine dair fikirler var kafamda.. Hahaha.. Açıkçası bu konuya zamanında çok kafa yordum ve gerçekten de ideal Panerai’imin nasıl olacağına karar verdim ancak bunu paylaşmak istemiyorum. Biraz batıl inançlara yatkın bir yanım var ve eğer sana aklımdaki Panerai’den bahsedersem o saatin bir gün gerçekten üretilme ihtimalini de yok edecek mişim gibi geliyor. O bakımdan bunu kendime saklıyorum.. Hahaha..

SO: Saat hobin nasıl gidiyor şu sıralarda..? Ne tür saatler kullanıyorsun veya topluyorsun..?

KD: Saatler şüphesiz hala hayatımın en önemli kısımlarından birini oluşturuyor. 32 yaşına geldim, kızım 2 yaşında ve hayatım korkunç bir telaş içerisinde geçmeye başladı. Saatler benim aile hayatımın dışında en çok vakit geçirdiğim hobim. Kay-kay hala hayatımda var ve arada sırada binmek hoşuma gidiyor. Kay-kay yapan bir arkadaş grubum var ve onlarla vakit geçirmeye bayılıyorum. Hiçbir yerde benzerini bulamadığım bir iletişim hissi veriyor bana. Benim için çok özel bir hobi ve sanıyorum hep öyle kalacak. Ne yazık ki aile hayatı işin içine girince hobilere eskisi kadar vakit ayırmak zorlaşıyor. Kay-kay yapmak için evden uzaklaşmak beni gerçekten üzüyor çünkü karımı ve kızımı özlüyorum.. Öte yandan aileyle geçen bir günün içerisinde kay-kay grubumdan gelen mesaj ve fotoğraflar ise bende ayrı bir yıkım yaratıyor. İkisi arasında bir denge kurabilmek çok zor çünkü hayat sizden çok fazla şey istiyor.

Saatler ile ilgili durum farklı. Evinizde ailenizle birlikte vakit geçirirken saatinizle uğraşabilir, başka koleksiyonerler ile iletişim halinde olabilir hatta saat satın bile alabilirsiniz..! Bu röportajı kızım kestirirken yapıyorum mesela..

Koleksiyon kısmına gelecek olursak; genel olarak önemli, nadir ve çoğu zaman hak ettikleri değeri bulamadıklarını düşündüğüm saatleri toplamaya dikkat ediyorum. Ayrıca takmaktan gurur duyacağım örnekleri bulup almak da benim için çok önemli. Kendi koleksiyonumu bir marka ile sınırlandırmaktan öte mümkün olduğunca değişken tutmaya çalışıyorum zira Omega’dan JLC’a, Eberhard’dan Universal’e pek çok markanın farklı fiyat gruplarında yer alan örnekleri benim ilgimi çekiyor.

SO: En sık kullandığın saatin hangisi..?

Kolay soru, cevabım Universal Geneve Tri-Compax. Bu saati gerçekten çok seviyorum ve geçen Aralık ayında almamdan bu yana en çok kullandığım saatim diyebilirim. Açıkçası bu saate baya iyi şartlarda bir alışveriş neticesinde sahip oldum ve o kadar beğendim ki mint kondisyonda ve kutulu/evraklı örneklerini aramaya koyuldum. Elbette bu durumda örneklere ulaşmak çok zordu zira 1960 larda üretilen modellerde bahsediyoruz dolayısıyla eksiksiz bir saate denk gelmek de kolay değildi ancak yine Paneristi bir arkadaşım vasıtasıyla İngiltere’de bir örnek buldum ve koleksiyonuma dâhil edebildim.

Bu saati çok sevmemin nedeni özgün tasarımından kaynaklanıyor. Spor bir saat olmasına rağmen kronograf fonksiyonunun yanı sıra ay fazı ve gün/ay göstergesi gibi özellikleri de barındırıyor.

Kevin-O-Dell-nterview-2.jpg

SO: Limitsiz bir bütçen olsaydı günlük kullanım için hangi saati tercih ederdin..?

KD: Yine kolay bir soru. Patek Philippe 570 veya 530 (sadece zaman fonksiyonlu) Calatrava derim. Aslında birbirine benzer referanslar ve pek çok versiyona sahipler ancak benim nazarımda Breguet tarzı indeksli olan model dünyanın en güzel saati diyebilirim. Siyah kadranlı 530 ile yoksa gri kadranlı 570 arasından seçim yapmak gerçekten çok zor zira ikisi de muhteşem saatler. Sanırım gri kadranlı 570’e biraz daha yakın gibiyim çünkü düz olan bezel tasarımı benim daha çok hoşuma gidiyor.

SO: Eşinin saat tutkuna bakışı nasıl..? Bir saate bakarak modelini veya özelliklerini söyleyebiliyor mu..?

KD: Hmm, ilk başta nefret etti, sonra meraklandı ve zaman içerisinde bu merakı kayboldu diyebilirim. Özellikle Panerai’den birkaç modele vakıf olduğunu söyleyebilirim ama bu durum onun için asla bir tutku olmadı. Benimle beraber bu hobiyi paylaşmak, seyahat etmek, buluşmalara gitmek ve yeni insanlarla tanışmak çok hoşuna gitti ancak Maddie doğduktan sonra tüm bunlar bir durma noktasına geldi. Eşimle biz uzun yıllardır beraberiz ve o bana tutkuyla bağladığım şeylerde hep destek olmuştur. Hatta bazen bana nasıl dayanıyor diye de düşünmüyor değilim ama sonuçta ruh eşiyiz..

Family-picture.jpg

SO: Eğer saatlerle profesyonel anlamda ilgilenme fırsatın olsa sektörün neresinde olurdun..?

KD: Panerai’i bir kenara bırakacak olursak tahmin ediyorum geride kalan tüm firmalar için yapabileceğim tek şey satış olurdu ki onu da yapmak istemezdim. Panerai’de çalışıyor olmak çok güzel olabilirdi ama tasarım, Ar&Ge ve planlama bölümünde olmak kaydıyla. Şahsen Panerai’e gerçekten faydalı olabileceğime samimiyetle inandığım bir dönem oldu ancak an itibarıyla eskide kalan bir rüyadan öteye gidemedi. Belki bir müzayede evi olabilirdi veya bu gibi bir işte çalışan bir arkadaşımla beraber önemli ve nadir saatlerle ilgilenebilirdim diye düşünüyorum. Bunu yapan bir arkadaşım var ve bana müthiş bir iş gibi görünüyor.

SO: Horobox hakkındaki fikirlerini de bizlerle paylaşır mısın..?

KD: Çok bariz bir fikrim yok aslında..Başarılı olmaya devam edin, kendiniz olun ve tutkunuzu paylaşın.. Instagram sayfanız çok iyi bu arada.. O platformda Paneristi ruhunu canlı tutuyor. Paylaşımlarınız bana Panerai’in altın çağı olan o çok kimsenin markayı bilmediği dönemlerini hatırlatıyor. Bu altın çağ lafını yine bir Paneristi’den duydum ve tahmin ediyorum 2002-08 arası dönemden bahsediyordu. Instagram bence mükemmel bir platform çünkü çok fazla içli dışlı olmadan günlük saat paylaşımı ihtiyacını karşılayabiliyor. Ayrıca iletişim olarak da bence gayet yeterli. Kendi adıma, özellikle kızım dünyaya geldikten sonraki meşgul dönemde, fevkalade başarılı bir platform olduğunu söyleyebilirim.

SO: Bize vakit ayırdığın için tekrar çok teşekkür ederiz.

KD: Rica ederim, benim için zevkti.