Patek Philippe, Vacheron Constantin ve Audemars Piguet... Bu meşhur üçlüyü duymayanınız yoktur. Saat dünyasının kralları acaba yeni düzende de liderliklerini koruyabilecekler mi?
Dünyada pek az iş kolu, saatçilik kadar geleneklerine ve tarihçesine bağlıdır. Özellikle İsviçre saat endüstrisini ele aldığımızda, yüzlerce yıllık mazilere ve olağanüstü işçilik kalitesine benzersiz marka değerleri eklendiğinde, milyarlarca dolarlık bir sektörün içine girdik demektir.
İşte bu müthiş pazarın içinde, yıllardır süregelen başarıları geniş kitlelerce kabul edilmiş üç marka var; Patek Philippe, Vacheron Constantin ve Audemars Piguet. Yaşları 144 ile 264 arasında değişen bu markalar, yıllardır klasik saatçiliğin ulaşabildiği en üst noktayı temsil ediyor. Sayısız komplikasyona, özel modele ve rekora imza atan isimlerin zaman içinde ulaştıkları nokta ise, başlangıç seviyelerinden epey farklı.
Patek Philippe, günümüzde bir gruba ait olmadan varlığını sürdürebilen ender saat markalarından biri. Kompliksayon denilince akla gelen ilk isimlerden olmasının yanı sıra prestij ve marka değeri olarak da dünyanın en kıymetli etiketlerinden birine sahip. PP’ye 1976 yılında sihirli bir el dokunuyor. Dikkatli okuyucular bu elin sahibini çoktan anlamış olmalı. Elbette Gerald Genta’dan bahsediyorum. O sihrin ürünü ise Nautilus. Audemars Piguet de yine bağımsız bir yönetim kuruluna sahip. İnişli çıkışlı ticari hayatı 70’li yıllarda içinden çıkılmaz hale geliyor. İşin ilginç yanı, aynı sihirli el Audemars Piguet’e de dokunuyor. Sonuç, hepinizin bildiği meşhur Royal Oak “Jumbo”. Çok uzağa gitmeye gerek yok zira 1977 yılında aynı açılımı Vacheron Constantin de yapıyor. Jorg Hysek ile Genta akımından bolca esinlenilerek “222” modeli, yani günümüzdeki adıyla Overseas doğuyor. Bu modeller yalnızca çelik-spor saat kategorisinde kilometre taşı olmakla kalmıyor, aynı zamanda markalarına da büyük ticari başarılar kazandırıyor.
Şimdi hemen filmi ileri saralım ve 2019’un son günlerini yaşadığımız şu ana gelelim. Gözlerinize inanamayacağınız komplikasyonlarıyla meşhur Patek Philippe’ler sessiz ve sakin bir şekilde hayatlarına devam ededursun, bir Nautilus çılgınlığı almış başını gidiyor. Saati kısa sürede liste fiyatından satın almanın imkansızlığından bahsetmiyorum dahi... Benzeri bir durum, Aquanaut serisi için de geçerli. Kısaca PP’nin karakteristik özelliklerini klasik komplike modelleri kadar yansıtmayan, fiyat kategorisinde en aşağı konumlandırılmış modeller karaborsa, imkânsız karmaşıklıkta özel saatler ise ancak birkaç zengin beyefendinin kolunda. AP cephesi de pek farklı sayılmaz. Benzeri liste üstü fiyatlandırma politikaları bu modeller için de geçerli. Bol komplikasyonlu modeller de bir şekilde Royal Oak koleksiyonu içinde eritilmeye çalışılıyor. Kalan saatler için de durum pek de parlak değil. Sahi bir de Vacheron Constantin vardı, orada durum iyice kötü. Overseas maalesef bir Nautilus veya Royal Oak popülaritesinde değil. Klasik modeller de vitrinlerde tozlanmaya devam ediyor.
Bu kadar karamsarlık yeter. Biraz da yükselen yıldızlara bakalım. A. Lange & Söhne; Alman başyapıtları adeta İsviçre’nin tekelleşmesine dur demek için savaşa hazırlanmışçasına cephedeler. Üstelik göz kamaştırıcı mekanizmaları, dudak uçuklatıcı işçilikleri ve rekabetçi fiyatlarıyla. Bitmedi, F.P. Journe için yaşayan bir dahi desek yalan olmaz. Henüz çok genç bir firma olmasına rağmen yıllar içinde edindiği dikkat çekici grafik ve özgün tasarımlarıyla, sıra dışılığın klasik saat kategorisindeki adresi olmaya aday görünüyor.
Büyük bir merak içindeyim. Patek Philippe’den Nautilus’u, Audemars Piguet’ten de Royal Oak’ı alırsak dengeler nasıl değişir? Krallar hala yerlerinde güvende mi yoksa yeni dünya düzeni yeni kralları da beraberinde mi getiriyor? Yaşayarak göreceğiz.