2016 dahilinde hazırlanan Google ölçüm raporlarına göre bir ülke dünyanın en çok aranan 3. tatil bölgesi oldu. Bu duruma sebep belki Game of Thrones’tu, belki de sosyal medyada sürekli paylaşılan fotoğraflardı...
Doğru tahmin ettiniz; bu ülke İrlanda...
İrlanda dünyadaki en güzel ülkelerden biridir. Muhtemelen en güzellerinden biri. Dünyadaki en eski mimariye ait örneklerden bahsetmiyorum bile. Anakarayı keşfetmediğiniz zamanlar için ise yerel içkiler sizleri bekliyor. İrlanda’nın dünyaca ünlü pub kültürünün ülkenin en çok kar getiren turizm başarılarından biri olmasının da bir nedeni var (Guinness tanıdık geliyor mu..?).
McGonigle Kardeşler ile tanışın. John ve Stephen gençliklerinden bu yana saatlerle iç içe yaşamış. Saat tamircisi olan babalarının da etkisiyle yerel bir üne kavuşan ikili bu sayede saatleri daha da yakından incelemeye karar vermiş. Gerçekten çok önemli modellere imza atan ikilinin özellikle butik saatçilik konusunda çoğu zaman bilinmiyor olması ise üzücü bir durum.
Horobox olarak bu iki saat ustasıyla röportaj yapma fırsatı bulduk...
Öncelikle sizinle bu görüşme yapma şansını yakalayabildiğim için müthiş heyecanlıyım. McGonigle’ın kendine has bir yapıya sahip, çok farklı bir marka olduğunu hissediyorum. İrlanda’nın lüks saat sektöründe bir yıldız olmadığı aşikâr... Bu durum sizin için sorun oldu mu..?
Nazik sözlerin için çok teşekkürler Travis. Çalışmalarımızın bu şekilde heyecan uyandırıyor olması bizim için memnuniyet verici bir durum. İrlandalı bir marka olmamızın zorluklarını hissettik elbette. Senin de bahsettiğin üzere İrlanda lüks saat segmentinde ürünlerle tanınan bir ülke değil ve durum şüphesiz bizim gelişimimizi de olumsuz yönde etkiledi. John’un ve benim İsviçre saat sektöründe 40 yıldan fazla ve en üst seviyede (komplikasyon tasarlayabilecek kadar) tecrübeye sahip olmamız, marka olarak sağlam temeller üzerine kurulmamızı sağladı. Çoğu firmayı kıskandıracak kadar sağlam hatta... Bunun yanında ürünlerimiz için saatseverlerden hep olumlu yorumlar aldık ve saygı gördük.
Bugün McGonigle Watches on yaşında bir marka ancak hala olmak istediğimiz yere gelebilmiş değiliz. Sanırım en büyük sıkıntımız tanıtım eksikliğimiz. Saatlerle ilgili çevre dışında İrlanda’da bile tanınmıyoruz. Uzun bir süre işimize odaklandık ve belki biraz safça da olsa saatlerimizin kendi kendini tanıtmaya yeteceğini düşündük. Tanıtım mevzusu, özellikle dar bir bütçeyle, hiç de kolay bir iş olmasa da Instagram, Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım platformlarını daha verimli kullanmaya gayret ettik. Faydasını da gördük. Bu arada seninle yaptığımız bu röportaj gibi çalışmalar Travis, bizlere elbette büyük fayda getirdi.
İrlanda’da faaliyet göstermenin bir diğer dezavantajı da üretim mevzusu. Ben şahsen İsviçre’de yaşıyorum ( John ise İrlanda’da ) ve bu durum özellikle İsviçreli tedarikçilerle çalışma konusunda büyük fayda sağladı. İki farklı ülke arasında çalışmak imkânsız değil, sadece biraz daha yavaş.Elbette, büyümemiz devam ettikçe, İrlanda’dan tedarik edebildiğimiz kalemlerin sayısını arttırmayı planlıyoruz. Bu daha çok komponenti kendimizin yapmasını da kapsıyor ki bu durum sağlam bir yatırıma duyulan ihtiyacı da beraberinde getiriyor.
McGonigle Watches’a başlarken sizi etkileyen ne oldu..?
Aslında bu istek içimizde çok eskiden bu yana varmış da biz sadece biraz geç fark etmişiz diye düşünüyorum. Teknik olarak bakarsak işin bu noktaya gelmesi kaçınılmaz bir durummuş gibi görünüyor. Farklı saat markalarında geçen yıllar boyunca yaptığımız sohbetlerde hep bu işi biz yaparsak neyi daha farklı ve daha iyi yapacağımızı konuştuk. Geriye sadece start vermek kaldı. Bu arada bazı arkadaşlarımızın ve öncü firmaların bu işe zaten start vermiş olması da bizi etkiledi. Stephen Forsey ve Speake Martin gibi markaların bizdeki etkisi büyüktür. Elbette bu markaların elde ettiği baş döndüren başarılara henüz imza atmış değiliz ama o günün geleceğini düşünüyoruz.
İşin gerçek başlangıç noktası ise Amerikalı iki saat koleksiyoneri olan Tom Bales ve Rudy Kranys ile tanışmamıza dayanıyor. Bizden iki saat istediler ve ilk modelimiz olan Tourbillon bu sayede hayat buldu. Bu adamlara borçluyuz bir bakıma.
Her ikiniz de sektörde oldukça prestijli firmalarda görev almışsınız. Audemars Piguet, Ulysse Nardin, Christophe Claret, Frank Muller ve Breguet bunlardan bir kaçı. McGonigle Watches’a başladıktan sonra ürettiğiniz kendine has modelleri nasıl etkiledi bu durum..?
Daha önce farklı firmalarda çalışmamız şüphesiz işimizi hem teknik hem de estetik açıdan çok etkiledi. Bu tecrübelerin tamamı için iyi diyemem ama kötü olanlardan da değerli dersler çıkarmayı bildik.
Çok değişik tipte saat görmüş ve üzerinde çalışmış insanlar olarak beğendiğimiz fikirleri ve tasarımları alıp kendi saatlerimize uyarladık. Saatlerimizin başka markaların modellerine benzeyip benzemediği konusunda tam olarak bir şey söylemediğim gibi ürettiğimiz modellerin nasıl görünmesi gerektiği konusunda da net bir fikrimiz olmadı. Ama geçmiş tecrübelerimizle bağlantılı oldukları aşikâr. Elbette tasarımlarımızın büyük çoğunluğu İrlanda kültüründen etkiler taşıyor ve bu durumun onları benzersiz kıldığını düşünüyorum.
Teknik açıdan bakarsak, farklı firmalarda edindiğimiz tecrübeler bizim için inanılmaz faydalı oldu. Bu tecrübeler, bizi bugün bulunduğumuz noktaya getiren detaylar. Tecrübelerimizin ürettiğimiz saatleri nasıl etkilediğine dair bir örnek vereyim; İkimiz de Corum’un Sapphire Tourbillon modelleri için çalıştık. Bu muhteşem saatlerin safir kristalden yapılmış mekanizma ana gövdeleri ve köprüleri vardı. Çok hassas bir işte. Safir bir köprüyü yine safir bir gövdeye vidaladığınızı düşünün. Vidanın parçaları birbiriyle sabit şekilde tutacak kadar sıkı ancak safir parçaları çatlamayacak kadar da gevşek olması lazım. Çok zor ( hatta bazen ürkütücü ) bir işlemdi ancak bize safir kristal hakkında çok şey öğretti ve şu an bu malzemeyi biz kadranlarımızda kullanıyoruz.
Diğer bir örnek de en son çalışmalarımızdan Ceol ( İrlanda dilinde müzik ) Minute Repeater. Tahmin ediyorum benim ve John’un yaptığı kadar Minute Repeater yapan başka bir saat ustası yoktur. Bunun ötesinde, biz bu saatleri bir kaç farklı marka için yaptık. Bu tecrübenin Ceol’un ortaya çıkmasındaki katkısı inanılmazdı.
Amerika’da bir atasözü vardır: “ Ailenle iş yapmayacaksın..” Konu lüks markalara geldiğinde bu laf sık sık söylenir. Siz ikiniz bu atasözüne pek uymuyorsunuz.
Elbette zor zamanlarımız ve fikir ayrılıklarımız oluyor. İkimiz de farklı karakterde insanlarız ama konu üretkenliğe geldiğinde bunun olumlu bir durum olduğunu düşünüyorum. Eğer işler kızışma noktasına gelirse kısa sürede bir çözüm bulabiliyoruz.
2011 ilk kendi üretiminiz olan mekanizmayı taşıyan Tuscar Koleksiyonu’nu tanıttınız. Göz alıcı özellikleri olan çok önemli modellerdi. “Özgün” kelimesi koleksiyonu tanımlamak için zayıf kalırdı ve pek tabii hepsi kısa zamanda satıldı. Bu tasarımın arkasında yatan süreçler nelerdi..?
Güzel sözlerin için tekrar teşekkür ediyoruz. Tuscar’ın başarısı bizi çok memnun etti. Bu arada One of Ten Tuscar hemen tükendi ama büyük kardeşi hala pembe altın ve beyaz altın olarak satılıkta.
Tüm modellerimizde olduğu gibi, tasarım kısmına büyük zaman harcandı. Bu durumun çoğu zaman görmezden gelindiğini veya hak ettiği önemi görmediğini düşünüyorum. Bizim için ilk gaye, estetik olarak güzel bir şeyler yaratabilmek. Estetik tercihlerimizin çoğu nasıl çalıştığımız ve bunun nasıl ifade edilebileceği fikirlerinden ortaya çıkıyor. Finisaj bizim için her şey demek ve herkesin bunu bilmesini istiyoruz. Tüm bunlardan yola çıkarak, Tuscar daha en başından kadran kısmından mekanizmanın görülebildiği bir saat olmalı diye düşündük. Geçen zaman zarfında oldukça popüler olan bu durum, o dönemde sık rastlanmayan bir özellikti. Bize göre, üzerinde saatlerce çalıştığımız ve kusursuz hale getirdiğimiz el yapımı mekanizma ve bileşenlerinin görünmemesi büyük bir kayıptı.
Ayrıca düzgün bir güç rezerv süresi istediğimiz için çift kıl zemberek kullandık.
Balans saatin öne çıkan noktasıydı ve biz bu parça üzerinde hem estetik hem de teknik anlamda çok vakit harcadık. Ayar vidalarının çarkın yan tarafında yer aldığı geleneksel tasarımın aksine vidaların çarkın üzerinde düz bir şekilde durduğu balans parçası oldukça farklıydı. Balans köprüsünün şekli de değişik şekillerde yorumlandı.
Daha önce de bahsettiğim gibi, kullanıcının mekanizmayı görebilmesini istedik ve safir kristal kadran bu konuda işimizi kolaylaştırdı. Bu durum şık durmasının yanında, estetik anlamda pek çok parça üzerinde değişiklik yapma şansı tanıdı. Safir kristal kadrandan görünen tulumba köprüsünün şeklini, rengini ve finisajını değiştirme imkânı bulduk ve durum saatin görüntüsünü de ciddi şekilde değiştiren bir uygulama oldu.
Tasarım ve Ar&Ge kısmının en önemli alanlarından biri de İrlandalı bir saat yaratabilmekti. Saatin pek çok noktasında kültür mirasımızdan detaylar görmek mümkün. Ayar tepesi üzerine işlenen Ongham alfabesinden mekanizma gövdesindeki işlemelere kadar çeşitli detaylara yer verdik.
Şüphesiz bütün süreç son derece ilgi isteyen bir süreçti, umarım anlattıklarım biraz da olsa fikir verebilmiştir.
McGonigle Kardeşler saatlerin görünmeyen parçalarında bile yer verdiği mükemmel dekorasyonları ve sanatsal dokunuşları ile tanınıyor. Bu durumun mevcut müşteri portföyünüzü, kolundaki türünün tek örneği saati göstermekten ziyade üretilen her saatin ardında yatan işçiliğe değer veren kullanıcılara kaydırması gibi bir etkisi oluyordur diye düşünüyorum. Bu mevzu saatlerinizi eşsiz olmaktan öte sanat eseri konumuna taşıyor.
Müşterilerimizin saatlerimizi estetik yönlerinden olduğu kadar teknik özelliklerinde ötürü de tercih ettiğini söylemek mümkün elbette. Saatlerimiz bizim ve yeteneklerimizin birer yansıması. Ben kesinlikle yaptığımız işi sanat olarak görüyorum. Ama İrlandalı olmanın verdiği mütevazilikle birlikte kendimi sanatçı olarak tanımlamam da çok zor.
Eminim nadiren boş zaman bulabiliyorsunuzdur ancak röportaj yaptığım kişilere hep sorarım; eğlenmek için neler yapıyorsunuz..?
John gerçek bir outdoor sporları tutkunu ve İrlanda’nın kötü havasına rağmen bile bu tutkusunu yaşamaya devam eder. Koşmaya, bisiklete binmeye ve her türlü su sporuna meraklıdır ancak esas tutkusu yelkendir. İster dolu yağsın, ister kar, isterse de yağmur, eğer bir teknenin içindeyse mutludur.
Bisiklete binmeyi ve su sporlarını ben de severim. Doğa yürüyüşlerini severim. Zorluğu arttıkça daha da hoşuma gider. Eskiden rugby de oynardım ama son zamanlarda oynamaktan çok izlemeye döndüm. Sıkı bir İrlanda taraftarıyım.
John and Stephen McGonigle