1950li yıllarda İsviçreli ünlü marka Universal Genève tarafında saat terminolojisine dahil olan mikro-rotor kavramı, bugün pek çok saat tutkunu ve koleksiyoner için büyük anlam taşıyor. Peki, bu mikro-rotor ne işe yarıyor, neden tercih ediliyor..? Gelin, bu soruların cevaplarını birlikte verelim...
Mikro-rotor kısmına geçmeden önce genel olarak rotorun kendisinden bahsetmekte fayda var diye düşünüyorum. Otomatik kurgulu mekanizmaların vazgeçilmez bileşenlerinden olan rotor, saatin bilekteki serbest salınımı ile hareket ederek, mekanizmanın çalışması için gereken enerjiyi sağlayan zembereğin kurulmasına yarıyor. Yarım daire şeklinde tasarlanan rotorlar genellikle mekanizmanın merkezine sabitlenmiş bir rulman düzeneğine bağlı olarak hareket ediyor. Yine ağırlıklı olarak mekanizmanın ana gövdesinin çapı ile aynı ölçüde tasarlanan rotorlar, çoğu zaman üretici markanın logosuyla imzalanıyor.
Mekanizma ve mekanizmanın hayat verdiği modelin tasarımına göre iskelet formunda veya bir yarış otomobilinin jantlarından esinlenerek hazırlanmış rotorlara da rastlanabiliyor. Mikro-rotor ise -adından da anlaşılacağı üzere- çok daha ufak tasarlanmış boyutlarıyla standart rotorlardan ayrılıyor.
Mikro-rotorlar görev yaptıkları mekanizma bünyesinde standart rotorlardan daha az yer kaplıyor. Bu sayede dönüş hareketini yaparken mekanizmanın tamamının izlenmesine olanak veriyor. Bunun yanı sıra mikro-rotorlar, mekanizmanın merkez noktasına yerleştirilmiş klasik rotorlardan farklı olarak, mekanizmanın ana gövdesinde kendilerine ayrılmış özel bir bölümde ve mekanizmanın toplam yüksekliği ile aynı seviyede çalıştıklarından dolayı ultra-ince kalibrelerin tasarlanmasına da imkân sağlıyor.
İlk defa İsviçreli Universal Genève tarafından 1955 senesinde saat dünyasıyla tanışan mikro-rotor, o dönem saat markaları arasında oldukça revaçta olan ince mekanizma üretme yarışını da farklı bir boyuta taşımayı başarıyor. Marka tarafından “Microtor” olarak patentleşen bu yeni tasarım, üretilen ince mekanizmalar sayesinde saat kasalarının da daha önce hiç olmadığı kadar kompakt tasarlanmasının da yolunu açıyor.
Geleneksel saatçiliğin ileri teknoloji ürünü yeniliklerden nasibini fazlasıyla aldığı şu günlerde, mikro-rotor sistemli modern modellere rastlamak pek kolay değil. Özellikle ince ve kompakt mekanizma tasarlama konusunda geride bıraktığımız 60 yılı oldukça verimli geçiren saat endüstrisi, mikro-rotor düzeneklerine ihtiyaç duymadan da gayet ince mekanizmalar üretebiliyor.
Ancak yine de bu şık ve estetik tasarıma modellerinde yer vermek isteyen lüks saat üreticiler koleksiyonlarında ara ara mikro-rotorlu modeller eklemeyi ihmal etmiyor. Bu konuda ilk akla gelen isim Piaget. İnce saatlere konusunda her zaman iddialı tasarımlara imza atan köklü marka, biraz bu konuya olan ilgisinin de etkisiyle, mikro-rotorlu modeller üretmeye devam ediyor.
İsviçre saat endüstrisinin kült isimlerinden Patek Philippe de Ref.240 serisi mekanizmalarında mikro-rotor kullanmasıyla dikkat çekiyor. Bu isimlerin yanı sıra, Roger Dubuis, Laurent Ferrier ve Armin Strom gibi lüks segmentte konumlanan butik markalar da güncel ürün gruplarında mikro-rotorlu modellere yer veriyor. Mekanik saatçilik konusunda yaptığı yatırımlar ve hemen akabinde çıkarttığı birbirinden özel modellerle saat dünyasından büyük ilgi gören Bulgari de, dünyanın en ince otomatik saati rekorunu elinde tutan Octo Finissimo Automatic modelinde mikro-rotorlu bir mekanizma kullanıyor.
Geleneksel mekanik saatçiliğin şık ve zarif teknik detaylarından biri olarak saat tutkunlarını cezp etmeye devam eden mikro-rotorlu mekanizmalar, ister vintage ister modern olsun, hayat verdikleri saatleri özel kılmaya devam ediyor.