Koskoca İsviçre Saat Endüstrisi oldukça garip zamanlardan geçiyor. Birkaç markanın malum modelleri, piyasanın kalanına konuk oyuncu ve hatta figüran muamelesi yapılmasına sebep oluyor. Peki neden?
Makaleme klişe bir örnekle başlayacağım. Oldukça varlıklı bir iş insanı, şık bir restorana yemeğe gider. Pahalı arabasını maalesef valeye teslim etmiş, masaların yanına kadar getirememiştir. Pahalı giysilerinin bilinirliği ve onun varlık seviyesini yansıtma gücü de belirli bir seviyeye kadardır. Peki bu kişi o restorana gelen diğer kişilerden farkını belli etmek için ne yapabilir? Mikrofonu eline alıp “ben zenginim” demek bir yöntem olabilir. Diğer yöntemlerden biri ise, en az kapıdaki arabası kadar yüksek bir fiyat etiketine sahip saatini takmak ve başka hiçbir şey dememek. Saat zaten yeterince yüksek sesle “konuşacaktır”. Birçoğumuza son derece saçma ve görgüsüzce gelen bu durumun gerçek hayattaki örnekleri, maalesef, azımsanamayacak kadar çok.
Elbette bu uygunsuz örnekteki insanları bir kenara bırakıp saat kültürüne sahip, bilgi ve görgü sahibi insanları ele aldığımızda durum farklılaşıyor. Saat piyasasını, müşteri yönelimlerini ve markaların başarı grafiklerini uzun yıllardır takip ediyorum. Gelinen nokta şöyle: Audemars Piguet Royal Oak, Patek Philippe Nautilus, spor ve çelik kasalı herhangi bir Rolex... Bu saatlerden herhangi birisine sahipseniz kral sizsiniz. Geri kalanlar mı? Kimsenin umurunda değil. Bu inanması güç durum, sadece benim izlenimlerini değil, saat dünyasının can çekişen olan halini tanımlıyor.
Yukarı paragrafta bahsi geçen modellere eklemeler yapılabilir elbette. Peki, bu saatlerin böylesine özel olmalarını sağlayan durum ne olabilir? Bu sorunun cevabını aramaya söz konusu saatlerin ortak yönlerine bakarak başlayalım. Evet, hepsi prestijli markaların yüksek kalite ile üretilmiş, karakteristik tasarımlı modelleri. Karakteristik tasarım konusunda daha derine indiğimde ise çarpıcı bir detay daha fark ediyorum. Saatlerin hepsi entegre bilezikli modeller ve bu bilezikler oldukça özgün detaylara sahipler. Bugün bir Royal Oak ya da Nautilus bileziği metrelerce öteden kendini belli edebilir. Aynı şekilde bir Oyster ya da Jubilee bilezikle, hem konforun hem de kalitenin tadını aynı anda çıkarabilirsiniz. Üstelik bu tasarımlarla saatinizin bir Rolex olduğunu bu dünyaya aşina biri kolayca anlayabilir.
Bir başka detay ise saatlerin oldukça sade ve komplikasyonlardan uzak olmaları. Rolex Daytona hariç, bahsi geçen tüm saatler son derece temel özelliklerle donatılmış durumdalar. Bu da onların geniş bir kitle tarafından beğenilmelerini sağlıyor olabilir. Sonuçta eklenen her ekstra özellik, birilerinin dikkatini çekerken başka birilerinin saatten uzaklaşmasına sebep olabilir.
Sokakta birini çevirip bana bir lüks saat markası söyle deseniz, alacağınız cevabın Rolex olması oldukça muhtemel. Aynı şekilde yüksek saatçiliğin diğer duayen üyeleri de haklı ünlerinin tadını çıkarıyor. Bu durumun saat sahiplerine yansıması ise alkışlar ve imrenmeler şeklinde oluyor. Halbuki asıl mesele saat kültüründen uzaklaşmış, yalnızca o maddi gücü elinde tutabilmenin ve bahsi geçen özel modellere ulaşabilmenin verdiği gurura ve hazza dönmüş durumda.
Nice markalar, modeller ve son derece kıymetli saatçilerin ellerinden çıkma sanat eserleri, spekülatif bir saat pazarında var olma savaşı vermekteler. Kim bilir, belki de 70’lerde yaşanan Kuvars Krizi’nin bir benzeri de bu devirde mekanik saatler için yaşanacak. Tutunamayanlar saat dünyasından silinirken, kalanlar güçlenerek devam edecekler.