Rolex’in en teknolojik modellerinden Deepsea Sea-Dweller modelinin üç nesline dair teknik bir inceleme.
Rolex denildiğinde ilk akla gelen modeller arasında mutlaka dalgıç saatleri de olur. İsviçreli markanın 1953 yılında tanıttığı, dünyanın ilk dalgıç saati Submariner ile başlayan macerası yıllardır saat severlere büyük heyecanlar yaratıyor. Ancak, bugünkü konumuz Submariner değil.
1967 yılına gelindiğinde, Rolex, dalış kapasitesi daha yüksek bir model ila çıkageliyor: Sea-Dweller. Satürasyon dalgıçlarının de-kompresyon anında yaşadığı problemler göz önünde bulundurularak üretilen Sea-Dweller modeli, dünyanın ilk helyum çıkış vanalı saati olma özelliğini taşıyor. O yıllar için inanılmaz bir derinlik değeri olan 2000ft yani 610 metreye kadar su geçirmezlik sunan Sea-Dweller, kısa sürede dalgıç saatlerinin kralı haline geliyor.
Bu modelin su geçirmezlik değeri ilerleyen yıllarda, pratik hayatta inilmesi imkânsız gibi görünen 4000ft yani 1220 metreye yükseliyor. Gelişen teknoloji ile birlikte Rolex de denizlerin hakimi model ailesini güncellemeye devam ediyor. Marka, 2008 yılında ilk defa, tam 12800ft yani 3900 metreye kadar su geçirmezlik değeri sunan Sea-Dweller Deepsea modelini hayranlarının karşısına çıkarıyor. Bu modelde, marka tarihi için bir ilk olan titanyum arka kapak da yer alıyor.
116660 referans numaralı ilk Deepsea modeli 44m çapında, 904L çelikten üretilen kasa ile geliyor. ISO 6425 dalgıç saati standartlarına göre belirtilen değerin yüzde 25 üstüne kadar test edilen saatler, gerçekte 4875 metreye kadar su geçirmezlik değeri sunabiliyorlar. Rolex, bu modelinde saatin boynuzlarını kısa tuttuğundan bileziğin atkı parçası kambur şeklini alarak bir miktar dışarı taşıyor. Saatin arka kapağında, paslanmaz çelik ve titanyum bir arada kullanılıyor ve paslanmaz çelik kısmın üzerinde Rolex’in diğer modellerinde nadiren görülen teknik içerikli yazılara rastlanıyor. 21mm boynuz aralığına sahip olan modelin klipsi, sadece Deepsea modelinde bulunan, hızlı ayara imkân tanıyan kayar uzatma bağlantılı Glidelock sistemine ev sahipliği yapıyor. Saatin bileziğinde, dalış kıyafetinin üstüne takılmayı kolaylaştıran üç parçalı uzatma da bulunuyor. Rolex 116660, otomatik Caliber 3135 ile 48 saate varan güç rezervi sunuyor.
Ünlü yönetmen James Cameron, 2012 yılında, özel bir batiskaf yardımıyla, dünyanın en derin noktası olan Mariana Çukuru’na inerken, Rolex bu organizasyona sponsor oluyor ve batiskafın robot koluna takılmak üzere tam 12000 metreye kadar su geçirmeyen Deepsea Challenge modelini tanıtıyor. Bu model, yalnızca deneysel amaçlarla üretiliyor ve hiçbir zaman ticari olarak satışa sunulmuyor.
2014 yılına gelindiğinde Rolex, aynı saatin maviden siyaha doğru renk değiştiren çift tonlu kadranlı versiyonunu tanıtıyor ve bu model markanın meraklılarınca James Cameron D-Blue olarak adlandırılıyor.
2018 yılında, Deepsea modeli bir dizi değişikliklere maruz kalıyor ve artık 126660 referans numarası ile anılmaya başlanıyor. Değişen boynuz tasarımı sayesinde bileziğin bağlantı parçasındaki kambur görüntüden kurtulan saatin boynuz aralığı da 1mm genişliyor. Saatin oranlarındaki değişikliğin yanı sıra kadranı çevreleyen iç bezeldeki yazı karakterleri de farklılaşıyor. Son olarak yeni nesil otomatik Caliber 3235 ile donatılan model, markanın en gelişmiş dalgıç saati olma unvanını korumaya devam ediyor.
2022 yılında, Rolex, sürpriz bir gelişmeyle yeni bir Deepsea modelini tanıtıyor. 136660 referansıyla duyurulan yeni saat, ilk bakışta bir önceki versiyon ile aynı dursa da detaylara inildiğinde farklar ortaya çıkıyor. İncelen ve yüksekliği azalan bezel, büyüyen tarih penceresi, titanyum alanı genişleyen arka kapak gibi yenilikleri bünyesinde barındıran saatte üç parçalı bilezik uzatma bulunmuyor.
Sea-Dweller Deepsea, 44mm’lik çap ve 18mm’ye yaklaşan kalınlık değeriyle, Rolex kalitesini bileğinizde en çok hissettiren modellerden biri. Kullanılan malzemelerden, saati oluşturan unsurların uyumuna, Deepsea modern saatçiliğin teknolojik ve mühendislik açısından geldiği son noktayı temsil eden özel bir saat. Evet, bu saatle kimsenin 3900 metre derine inmeyeceğine eminiz ancak yüksek saatçiliğin yüksek mühendislikle birleştiği bu nadide örneğe sahip olmanın hazzını açıklayabilmek için mantıktan çok duygularla hareket etmemiz gerekiyor.
