Biz koleksiyonerler saatlerimize çok önem veriyoruz. Bizler için ne ifade ettiklerini kelimelerle anlatmak kolay değil. Onlar bize ait, başkası tarafından kullanılmasını boş verin dokunulması bile çoğu zaman bizleri rahatsız ediyor.
O kadar özel ki onlar, kendilerine ait bir yuvaları olsun istiyoruz. Neredeyse servet harcayarak saat kurma özellikli kasalar alıyoruz. Alamasak bile güvende olmaları için ya evimizin gizli köşelerinden birinde saklıyoruz ya da bankada onlar için özel bir bölüm kiralıyoruz.
Onlara o kadar değer veriyoruz ki, güç rezervleri bitip durmaları bile bizi üzüyor. Hemen alıp başlıyoruz kurmaya. Bazen bu sahne yaşanmasın, saatlerimiz durmasın diye dijital bir ürün aracılığıyla uyarı almak için alarmlar kuruyor, hatırlatmalar yapıyoruz. O akıp giden saniye hiç durmasın istiyoruz.
O kadar önemli ki saatlerimiz, özel anlarımızda bile onlara olan sevgimiz, ilgimiz bazen abartı noktasına geliyor. Ne hikâyeler var bildiğimiz. Neler neler. Romantik akşam yemeğinin üzerine bir birlerine artık bakmakla kalmayan çift için gece daha özel bir hal alırken, sevgilisinin gömlek düğmelerini açmaya başlayan kadın saatini de çıkarmaya yeltenir. Ancak öyle bir anda bile adamın tavrı nettir. “SAATİME DOKUNMA!” Eminim ki bazılarınız gülmek yerine hikâyeye konu olan saati merak ediyorsunuz. Tabi ki bir Patek Philippe, Nautilus 5980/1A.
Muayene için soyunmasını rica eden doktoruna “Saatimi de çıkaracak mıyım?” diye soran bir dostumuz da var. Doktorun halini düşünebiliyor musunuz? Eğer o da bir saat tutkunu değilse hastasının bileğindeki Omega Planet Ocean’in neden o kadar değerli olduğunu anlaması mümkün değil.
Ya evden onlarsız çıkmamamıza ne demeli? Kazara saat takmayı unuttuğumuzda kendimizi çıplak hissetmemize? Geçirdiği burun ameliyatının izleri henüz geçmeden patronuyla beraber toplantıya girmek üzere olan dostumuz sıkıntısını çok belli eder. Patronu da kendisini rahatlatmak için sorun olmadığını, durumun toplantıya olumsuz etkisi olmayacağını söyler. Bunun üzerine adam rahatlar cevap verir: “ Çok teşekkür ederim. Sabah aceleyle çıktım evden. Unutmuşum saatimi takmayı” Cartier Santos takılmadan toplantıya mı girilirmiş?
Saat tutkusu farklı bir şey. Yaşamayan, hissetmeyenlerin anlaması pek kolay değil. Her yere onunla gidebiliyorsunuz. Uyurken bile sizinle olması mümkün. Paylaşmaya tahammülünüz yok ve başkası dokunsa bile rahatsız oluyorsunuz. Göreceği en ufak bir hasar bile sizi çok üzüyor. Aklınıza başka şeyler geliyor olsa da ben saatlerden bahsediyorum. İşin en güzel tarafı da istediğiniz kadar saate sahip olabiliyorsunuz ve birbirlerini kesinlikle kıskanmıyorlar…