Saat endüstrisinde titanyumun yükselişi hemen her saat severin dikkatini çekiyor. Hafifliği ve sağlamlığı ile öne çıkan titanyum, artık lüks markaların üst seviye modellerinde de kendisine yer buluyor. Üstelik hiç de mütevazı olmayan fiyatlarla… Peki bu durum, saat tutkunlarının gözünden nasıl görünüyor? Gelin, cevabı birlikte bulalım.
Yazıya basit ama cevap vermesi oldukça zor bir soru ile başlayalım: Bir saati lüks yapan nedir? Teknik özellikleri mi? Üretiminde kullanılan malzemeler mi? Markası mı? Yoksa sadece fiyatı mı? Saat hobisine gönül vermiş bizler için bile cevaplaması zor bir soru bu. Neden mi? Çünkü biz bu soruyu sormayı bırakalı çok oldu… Ancak bu işe yeni başlayan birinin belki de ilk aklına gelen sorulardan biri bu. Yukarıda yazdığım potansiyel cevaplardan birçoğu hatta hepsi doğru aslında. Biz bu soruyu bugün malzeme özelinde cevaplayalım malum, konumuz titanyum…
Objelere değer yükleme olgusu, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir kavram. Tarihte yer alan en eski uygarlıklarda bile, bu durumun izlerini görmek mümkün. Tabi bu değeri genel geçer hale getirebilmek için de bir standart ile birlikte ele almak gerekiyor. İşte bu standartların en eskisi de, tahmin ettiğiniz üzere, altın.
Altın binlerce yıldır, zenginliğin ve lüksün bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Sadece saat veya mücevher konularında değil hayatın pek çok alanında altın hala bir prestij sembolü. Kredi kartlarından küçük ev aletlerine kadar aklınıza gelen hemen her objenin sonuna Gold kelimesini eklediğinizde karşınıza farklı bir ürün çıkıyor. Bu durum geleneksel lüks saatçilik için de aynı aslında. Düşünün, altın saatler her zaman çelik veya titanyum hatta seramik gibi alternatif malzemelerden yapılmış versiyonlarından daha pahalı. Ancak bu sıralama son yıllarda ilginç bir değişim gösteriyor. Nasıl mı? Çelik ve titanyum modeller arasındaki fiyat farklı gittikçe açılıyor. Aynı zamanda titanyum saatlerin fiyatları, altın versiyonlarına ciddi şekilde yaklaşıyor. Yani titanyum, saat endüstrisinin özel ve kıymetli materyalleri arasında yükseliyor.
Peki, bu durum saat tutkunları için ne ifade ediyor? Bu soruyu hem kendimden hem de yakın çevremden örneklerle açıklamaya çalışayım. Titanyumu klasik paslanmaz çelikten ayıran birçok özellikten bahsetmek mümkün. Çelikten yaklaşık 45% daha hafif olması, yüksek dayanıklılık eşiği, korozyona karşı durma yeteneği ve çeliğe nazaran hafif koyu ve donuk renk tonu gibi… Ancak bunlardan en çok öne çıkan hafiflik ve o donuk ton mevzusu diyebiliriz.
Kendimden örnek vermek gerekirse, ben altına dair her detayı seviyorum. Sarı tonu hoşuma gidiyor. Pembe altına hala ısınabilmiş değilim. Beyaz altın ise bana hiçbir anlam ifade etmiyor. Pahalı bir metal olması, insanlık tarihi boyunca üzerine anlamlar yüklenmiş olması, herkesin kullanmayı tercih etmemesi hatta saat dünyasının sözüm ona Puristleri tarafından çelikten daha değersiz görülmesi bile benim altına olan sempatimi arttırıyor. İnsanların kolumda altın bir saat gördüklerinde ne düşündükleri de zerre umrumda olmuyor. Tabi bu bahsettiklerim bir nevi manevi özellikler. İşin fiziksel kısmına gelince karşımıza ilk çıkan özellik ağırlık oluyor. Altın ağır bir malzeme. Kimi saat severler için bu durum konfor anlamında bir olumsuzluk olarak nitelendiriliyor. Ancak benim için tam tersi. Ben şık bir bilezikle dengelenmiş altın bir saatin bileğimdeki ağırlığını çok seviyorum.
Dönelim titanyuma. Bu modern materyal bana altının hissettirdiği hiçbir olumlu duyguyu hissettirmiyor. Hafifliği bana bir şeylerin ters gittiğini düşündürüyor hatta. Koyu ve mat renk tonu, ruhsuz duruyor. Bir Tool Watch modelden bahsediyorsak, evet, titanyum gayet mantıklı bir seçenek halini alıyor. Grado 5 titanyumdan üretilmiş bir Rolex Deep Sea düşünün mesela. Hoşunuza gitsin veya gitmesin, kimse bu konfigürasyona mantıksız diyemez. Öte yandan aynı alaşımdan üretilmiş bir DayDate ise bana hiçbir anlam ifade etmiyor.
Bu durumu değerli saat sever dostum Serdar OAL ile de konuştuk. Altın konusunda bir fikir ayrılığı yaşasak da, titanyum ve lüks saat birlikteliği ona da mantıklı görünmüyor. Titanyum bir Royal Oak Jumbo’yu asla çelik versiyonuna tercih etmeyeceğini söylüyor.
Bizim düşündüklerimizi bir kenara bırakalım, titanyumun saat endüstrisindeki yükselişi hızla devam ediyor. İşin ilginç kısmı, bu yükseliş fiyatlara da yansımış durumda. Basit bir örnek verelim; A. Lange & Söhne Odysseus’un paslanmaz çelik versiyonu €33,000 fiyatla satışa sunulurken, aynı modelin titanyum versiyonu €55,000 fiyat etiketi taşıyor. İlginç, değil mi?
Bazı tasarımlar doğası gereği titanyum ile güzel bir birliktelik sunuyor. Mesela Octo Finissimo modelleri gibi. Model ailesinin rekorlara doymayan teknolojisi, titanyumun karakteristik özelliklerini birer üstünlük haline getiriyor. Müthiş ince bir kasa ve mükemmel bir bilezik, titanyumun hafifliğiyle adeta son eksik parçasına kavuşan bir yapboz gibi hissettiriyor.
Konuyu toparlamak gerekirse, titanyumun saat endüstrisindeki kullanım alanının genişlemesinde bir mantıksızlık görmüyorum. Uygun tasarımlarla birlikte kullanıldığında söz konusu modelin kullanım özelliklerine olumlu yönde katkı sağladığını düşünüyorum. Ancak A. Lange & Söhne Odysseus örneğindeki fiyatlandırmaları da hiç mantıklı bulmuyorum. 250 adet titanyum Odysseus, hiç şüphem yok çoktan sahiplerine ulaşmıştır. Ancak söz konusu marka/model farklı olsaydı, aynı koleksiyoncular 45% daha hafif bir metal için yaklaşık 70% fazla ödemeyi göze alır mıydı? Hiç sanmıyorum.
Peki, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Titanyum yeni altın olabilir mi?