Demir Çağı’ndan beri bizimle olan çelik, birçok farklı bileşenle can buldu. Önce ondan araç gereç yaptık sonra bileklerimize taşıdık. Öyle ki kimimizin ismi bir süredir(!) paslanmaz çelik kasalı, bilezikli bir modelin bekleme listesinde.
Çeliğin geliştirilmesi 4000 yıl önceye, Demir Çağı’nın başlarına dayanıyor. Bronzdan daha sert ve dayanıklı olduğunu kanıtlayan demir, bronzun yerini alarak silahlarda ve araç gereçlerde kullanılmaya başlandı. Demirin kalitesi, üretim yöntemlerine olduğu kadar maden miktarına göre de değişiklik gösteriyordu.
17. yüzyıla gelindiğinde demirin özellikleri artık iyi biliniyordu. Fakat Avrupa’daki kentleşme hareketi çok yönlü yapısal metale olan ihtiyacı arttırdı. 19. yüzyılda demiryollarının genişlemesiyle tüketilen demir miktarı metalürji uzmanlarını verimsiz üretim işlemleri ve demir kırılganlığına bir çözüm bulma yoluna itti.
Takvim 1856 yılını gösterdiğinde demir ve insanlık için önemli bir dönüm noktası yaşandı: Girişimci ve mühendis Henry Bessemer demirdeki karbon miktarını azaltmak için verimli şekilde oksijeni kullanma yöntemini buldu ve günümüz çeliği doğmuş oldu.
Biraz daha geriye saralım; çeliğin erken dönem versiyonlarından olan ‘blister’, 17. yüzyılda Almanya ve İngiltere’de üretilmeye başlandı. Bu çelik türü, sementasyon olarak da bilinen bir işlemle, eriyen pik demirin içindeki karbon miktarının arttırılmasıyla elde ediliyordu. İşlemde dövme demir çubuklar taş kutularda toz kömürlerle kaplanıyor ve ısıtılıyordu. Bir hafta sonra demir, kömürün içindeki karbonu soğurmuş oluyordu. Isıtma işleminin tekrarlanmasıyla karbon, demirin içinde daha da dağılıyor ve soğuyunca ortaya blister çelik çıkıyordu. Karbon içeriğinin bolluğu, blister çeliğin pik çeliğe göre daha kolay şekil almasını sağlıyordu.
1740’lara gelindiğinde İngiliz saat ustası Benjamin Huntsman, saatlerinin yayı için yüksek kalitede çelik geliştirmeye çalışırken blister çeliği bir adım öteye taşıdı. Metalin kil krozelerde eritilebileceğini ve sementasyon işleminin geride bıraktığı cürufu gidermek için özel bir akıyla rafine edilebileceğini buldu. Böylece dökme çelik hayatımıza girmiş oldu. Fakat hem blister hem de dökme çelik, üretim maliyeti nedeniyle yalnızca özel uygulamalar için kullanıldı.
1850’lerde Henry Bessemer’in modern çelik üretim şekli 1950’lerde Linz-Donawitz ile yeniden şekil değiştirdi. Bessemer’in hava kullanana işlemine benzer şekilde oksijen, erimiş demirin içine üflendiğinde kirliliği azaltıp temizliyor ve alaşım için temiz bir baz yaratıyordu. Bu süreç her zamankinden daha tutarlı olduğu için çelik alaşımlarının patlamasına neden oldu.
Çeliğin birçok formu bulunuyor ama bunların yalnızca birkaç tanesi saatlerde kullanılabiliyor. Kimi çok sert, kimi çok yumuşak, kırılgan; bazıları manyetik, çabuk paslanıyor, alerjiye neden oluyor, tuzlu suda aşınıyor veya cila tutmuyor. Aynı zamanda birden farklı şekilde de kategorize edilebiliyor. En basit şekilde dört kategoriye sığdıralım: Karbon çelik, alaşım çelik, paslanmaz çelik ve takım çeliği.
Saatlerde takım çeliği pek kullanılmasa da diğer türleri çokça kullanılıyor. Sade karbonlu çelik, saatçiliğin erken döneminde kullanılmış olsa da giderek azaldı, yerini anti manyetik ve anti korozyon özelliğiyle bilinen alaşım çeliğe bıraktı. Günümüzde plakalar, eşapmanlar, köprüler, balans yayları ve kıl zemberekler bu çelik türünden üretiliyor. Paslanmaz çelikse kasalar ve bileziklerle bizleri karşılıyor.