Geçtiğimiz günlerde, ünlü markanın mükemmel organize edilmiş fabrikasını bir kez daha ziyaret etme şansını buldum. Değerli konuklarla beraber yaptığımız bu gezinin geçen seneden büyük bir farkı vardı. Markanın 200 yıla yakın tarihindeki tüm önemli hazinelerin sergilendiği, sadece özel davet ile ziyaret edilebilen Heritage Gallery’ye giren ilk ekiplerden biri olduk.
Kim ne derse desin, mekanik saatçiliği farklı boyuta taşıyan gerçeklerden biri de doğaya karşı verilen mücadeledir. Mekanik saatçilikle ne ilgisi mi var diyeceksiniz? Bir an için akrep ve yelkovanı bir kenara bırakıp komplikasyonlara konsantre olursanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Mekanik bir düzenekle zamanın ölçümü her ne kadar kolay gibi görünse de aslında mucize ayarında bir buluştur. Bu icat yapıldıktan sonra karşımıza çıkan tüm gelişmeler ( ki bu gelişmeler için günümüzde milyonlar ödenebiliyor), insanoğlunun hayatını kolaylaştırmak için doğaya karşı verilen mücadelenin sonuçlarıdır.
Karanlığa karşı mücadelenin eseri olan “minute repeater”, yerçekiminin zaman tutma üzerindeki olumsuz etkileri ile başa çıkmakta kullanılan “Tourbillon”, saat farklılıklarına uyum sağlamanıza yarayan “GMT” ve benzeri komplikasyonların tamamı, aslında bu mantıkla hayat bulmuştur.
İşte bu mücadelenin başrol oyuncularından Jaeger-LeCoultre’nin hikâyesi de 1833 yılında başlıyor. Hem de Antoine LeCoultre’nin bizim bugün ziyaret ettiğimiz noktada kurduğu atölyede.
Daha önce İsviçre’de saat fabrikası ziyaret edenler, bu özel mekânların nasıl temiz ve bir o kadar da organize olduğunu bilirler. Adımınızı attığınız andan itibaren içeride gördüğünüz her detaydan etkileniyorsunuz. Geçtiğimiz yıl yaptığımız ziyaretteki hayranlığımız bu yıl katlanarak artmış vaziyette. Bizleri ağırladıkları La Maison Antoine’dan başlayıp kalibre parçalarının kesiminin yapıldığı atölyeye kadar neredeyse her noktada gelişmeleri gözlemleyebiliyorsunuz ama hiç biri bizleri yenilenen “Heritage Gallery” kadar etkilemedi diyebilirim.
Öyle bir ortam düşünün ki, Jaeger-LeCoultre gibi mekanik saatçiliğe sayısız buluşlarıyla yön veren markanın 200 yıla yakın tarihindeki tüm önemli parçaları bir arada görebiliyorsunuz. Bana göre tam bir hazine odası. İçeriye girdiğinizde sade tasarım sayesinde kendinizi huzurlu hissediyorsunuz. İlk olarak arşiv bölümünü geziyoruz.
Birçok evrak ve dosyanın arasında 1900 yıllardan kalma bir cep saati dikkatimizi çekiyor ve görüyoruz ki sektörün en önemli markalarının bile pek çok modeli, Jaeger-LeCoultre tarafından geliştirilen kalibrelerle hayat bulmuş.
Patek Philippe pocket watch for Tiffany 1900s
Mükemmel organize edilmiş arşiv bölümünde karşısına geçtiğimiz dev dokunmatik ekranın interaktif özellikleri sayesinde, seçtiğiniz yılın Jaeger-LeCoultre için en önemli gelişmesini görüntüleyebiliyorsunuz.
Heritage Gallery içindeki turumuz markanın tarihindeki dönüm noktalarının sergilendiği bölümde devam ediyor. Koridorun karşılıklı duvarlarında birbirleriyle bağlantılı olan iki farklı bölüm dikkatimizi çekiyor. İlk pencerede gördüğümüz “Millionometer” mikron ölçümünü başarabilen ilk enstrüman olarak tarihteki yerini almış. 1844’deki keşfin karşısındaki pencerede tabii ki atölyenin kurucusu Antoine LeCoultre’nin fotoğrafı kullanılmış. 1967’de üretilen ilk Quartz kalibreden 2007 yılına, “Dual Wing” teknolojisine uzanan detaylar tüm ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor.
JLC innovates with a new watchmaking technology, 1960s
A revolutionary movement concept "Dual Wing"
“Heritage Gallery” bizleri şaşırtmaya devam ediyor. Markanın patentine sahip olduğu kalibrelerin sergilendiği silindirik yapıdaki şeffaf duvar, üst kata çıkmamızı sağlayacak merdivenlerin etrafında müthiş bir görüntü oluşturuyor. Atölye kurulduğundan bu yana patenti alınmış 1262 kalibrenin 340 tanesini bu anıt benzeri duvarda görmek mümkün.
İkonik koleksiyonların sergilendiği alanı da rehberimiz eşliğinde gezdikten sonra üst kata doğru ilerliyoruz. Eski saatlerin restore edildiği bu sessiz ve sakin bölümü sizlere yazarak anlatmak pek mümkün değil. En özel parçaların sergilendiği bu ortamın, Emre Şişman tarafından çekilmiş fotoğraflarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.
Artık geleneksel hale gelen fabrika turumuzda gün boyunca çok özel tecrübeler yaşıyoruz. Hele ki tüm ekibi ellerinde aletlerle “engraving” yaparken görüntüleyen Emre Şişman, Charlie Chaplin’e tıraş olurken bile bu kadar eğlenmemiştir sanırım.
Ziyaretçilerin birçoğu yeni Atmos atölyesinden fazlasıyla etkilenirken, SIHH’de tanıtılan yeni modellerle geçirdiğimiz dakikalar bana daha çok heyecan veriyor. Duometre koleksiyonunun üç önemli parçasını aynı anda inceleyebilmek gerçekten büyük bir ayrıcalık.
Horobox olarak bu geziyi düzenleyen Jaeger-LeCoultre Türkiye ekibine sonsuz teşekkürlerimizi gönderiyoruz. Tur boyunca bizlerle olan, akşam yemeklerinde bile bizi yalnız bırakmayan Uluslararası Basın İlişkileri Direktörü Sevgili Caroline Ferrer’e de, kusursuz ev sahipliği için sevgilerimizi gönderiyoruz.
Eski dostlarımız Isabelle Gervais ve Stephane Belmont’un da bizlere katılmasıyla çok daha özel bir hal alan basın turumuzu, önümüzdeki yıllarda da tekrarlamayı diliyoruz.