Yıllardır kendine has sportif stiliyle ciddi bir hayran kitlesine sahip olan Officine Panerai geçtiğimiz yılın Mayıs ayında farklı bir tarz ile saat severlerin karşısına çıkmıştı. Eleştirilerin havada uçuştuğu dönemde Luminor Due modelini alıp ilk kullananlardan biri olmak gerçekten keyifliydi.
Ocak ayındaki röportajımızda Sayın Angelo Bonati’nin sözlerini çok net hatırlıyorum. “Panerai bir ruh, bir tarz. Panerai aldığınızda sadece saat almıyorsunuz. İçindeki kültüre ve vizyona da sahip oluyorsunuz.”
Peki, nedir bu tarz? Nasıl tanımlayabiliriz? Deniz ve donanma ile olan köklü bağlantılarını, patenti kendisine ait özel tepe koruma sistemini ve ortalamaların üzerinde sayılabilecek hacimli görüntüsünü göz önünde bulundurarak Panerai için tam bir sportif ruh diyebiliriz. Senelerdir markanın adeta fanatiği haline gelen saat severlerin de farklı bir yorum yapacağını sanmıyorum.
Luminor Due ise alıştığımız tarzın biraz dışına çıkıyor. Sportiften ziyade daha klasik, takım elbise saatine yakın bir görüntüsü var. Keza bu durum saat severler tarafından kabul edilmiş bir gerçek ve eleştirilerin büyük bir bölümü de bu yönde.
Yaklaşık bir yıllık kullanımdan sonra tüm bu eleştirileri bir kenara bırakarak Luminor Due’nin gerçek anlamda olumlu ve olumsuz yanlarını bir Paneristi gözüyle sizlerle paylaşmak istedim.
Luminor Due’yi 42 ve 45mm’lik iki farklı kasa boyutunda bulmak mümkün. Bileğimde denedikten sonra kullanacağım ortamları da düşünerek kalınlığı sadece 10,5mm olan 42mm’lik kasayı tercih etmiştim.
Luminor Due bilekteki duruşu ve konforuyla üst düzey bir saat olduğunu size hissettiriyor. Kullandığım her gün aynı konforu aynı rahatlığı istisnasız aldığımı söyleyebilirim. Herhangi bir rahatsızlık ya da bileğimden çıkarmamı gerektirecek bir durum da hissetmedim. Panerai’nin farklı yüzü diyebileceğimiz model kasa formu, seriye özel kayış ve tokası sayesinde bugüne kadar kullandığım en keyifli deri kayışlı saat olmaya aday. Sanırım birçok kullanıcı için en önemli kriterlerden biri de bu olsa gerek.
Lacivert ve gri tonlarında takım elbiselerle kullanıldığında gerek şıklığı gerekse gömlek altına sığabilecek incelikte olmasıyla saatinizi gün boyunca vücudunuzun bir parçasıymış gibi hissedebiliyorsunuz. Ben denemedim ama koyu kahve kayış seçeneğiyle de koyu ya da açık farklı tonlardaki şık kıyafetlerinize başarıyla eşlik edeceğine eminim.
Benim en hoşuma giden görsel detay ise gömlek altında saat biraz saklansa bile hafifçe kendini belli eden, Panerai’nin imzası niteliğindeki özel tepe koruması.
Panerai’nin kendi geliştirip ürettiği P.1000 referanslı kalibre, kurmalı ve 3 günlük güç rezervine sahip. Bu da gayet yeterli. Cuma akşamı kutuya koyduğunuz saatinizi Pazartesi tekrar kullanmak isterseniz tekrar ayarlama gereği duymadan kullanmaya devam edebiliyorsunuz. P.1000 kalibrede en sevdiğim noktalardan biri de saati hassas ayarlamanıza imkân veren saniye sıfırlama özelliği.
Saatin zaman tutma performansında her ne kadar beni tatmin edecek hassasiyeti yakalayamamış olsam da bu ölçümü yapabiliyor olmak ben ve benim gibi saat tutkunları için önemli bir detay. Açıkçası 7.800 Euro ödedikten sonra kalibreden daha dakik olmasını beklerdim ama 3 günün sonunda +21 saniye değeri de çok da kötü sayılmaz.( zaman zaman bu değer biraz düşebiliyor.)
Saate her baktığınızda ortam ne olursa olsun okunabilirlikten yana sorun yaşamıyorsunuz. Panerai DNA’sı bu noktada sizi yalnız bırakmıyor. Safir kristal cam ve “sun-brushed” siyah kadran buram buram Panerai kokuyor.
Şıklığıyla kendisini fazlasıyla belli eden Luminor Due suya dayanıklılık açısından markanın alıştığımız standartlarını maalesef sunamıyor. Ben saati hiç suya sokmadım. Kullanacak kişilere de tavsiye etmem. Zaten bu incelikte, deri kayışlı bir saati suya sokmanın da bir anlamı yok. Soksak ne olur diye sorarsanız scuba dalışı yapmaya yeltenmediğiniz sürece bir sorun olacağını sanmıyorum.
Benim saatle geçirdiğim her dakika oldukça keyifliydi. Saatten anlayan anlamayan birçok kişinin dikkatini çektiği anlar oldukça fazlaydı. Tam anlamıyla markayı yansıtan bir yüz olmasa da Luminor Due’yi ana hatlarıyla Panerai’den başka bir markaya benzetmek mümkün değil.
Saat severler olarak hem Panerai hem de başka markalarda bu tarz değişikliklere kendimiz hazırlasak fena olmaz. Zira son dönemde Patek Philippe de dahil olmaz üzere pek çok farklı markada örneklerini görebiliyoruz. Birkaç yıl önce tanıtılan pilot saatinin Patek Philippe’i ne kadar yansıttığı tartışılır ama şu an aradığınızda kolayca bulabileceğiniz bir model de değil. Bu da ne kadar tutulduğunun, ilgi gördüğünün bir kanıtı olsa gerek.
Ben Luminor Due’nin Panerai ailesindeki yerinin gittikçe genişleyeceği kanaatindeyim. Yakın zamanda “special edition” bir modelle karşılaşırsak şaşırmamak lazım.