Saat dünyasının dengelerini alt üst eden kuvars krizi öncesi hayatımıza giren, sonra da sessizce, tarihin tozlu raflarına kaldırılan nadir komplikasyonları inceliyoruz.
Her şey bir toz bulutuydu… Hayır bu kadar geriden gelmeyeceğim. Mekanik saatlerde yassı bir tel, bir direk etrafına sarılarak kurulur. Bu, yay haline getirilmiş yapı, sürekli olarak açılma eğilimindedir. İşte bu açılmayı kontrollü bir şekilde frenleyebilirseniz saatin çalışması için gereken potansiyel enerjiyi, kinetik enerjiye çevirmiş olursunuz. Pilli saatler ise az önce bahsi geçen sarmal yay yerine bir pilden enerji alırlar.
Buraya kadar olan kısmı biliyorsunuz. Ancak, pilli saatler kuvars saatlerle karıştırılmamalıdır çünkü pil teknolojisi kuvars kristalinin saatlere girmesinden çok daha önce kullanılmaya başlanmıştı. Geleneksel yapıdaki akrep, yelkovan ve saniye ibrelerini döndürmek için bir motora ve dişli grubuna ihtiyaç vardı. Sorun şu ki, motorun dönme hızı birçok değişkene bağlı olduğundan sürekli hızlanıyordu ya da yavaşlıyordu. Oysaki bir saatin, sürekli olarak, aynı hızda çalışması gerekiyordu. İşte bu frenleme ya da daha doğru bir deyişle düzenleme işi için, tıpkı mekanik saatlerde olduğu gibi, balans yayı kullanılıyordu. Enerji pilden geliyor, balans yayı ileri-geri salınıyor, motorun çarklara ilettiği momenti düzenliyordu. Elbette balans yayı da “yeterince hassas” bir düzenleme organı değildi. Üstelik ek bir maliyet ve işçilikten hala kaçılamıyordu.
İşte tam da bu noktada kuvars teknolojisinin devrimsel yeniliği ve getirisi ortaya çıktı. Pil ve motor varlığını koruyordu. Düzenleme sistemi ise son derece basit, içinde kuvars kristali olan bir devre ile değiştirilmişti. Kuvars kristaline elektrik verildiğinde saniyede 32.768 kere titriyordu. Saatin kendisi, 1 saniyenin ne kadar uzun olması gerektiğini de bu titreşimleri sayarak anlıyordu. Kristalin titreşimini sayan devre her 32768 salımını tamamladığında saatin içindeki adımlı motora bir sinyal yolluyordu. Tik, tak, tik, tak, işte bu kadar basit. Hikâyenin gerisini biliyorsunuz zaten.
Mekanik saatler zor günler geçirmeye başladığında hayat bir anda daha da kolaylaşmıştı. Günlük koşturmaca içinde sayılması gereken saniyeler, dakikalar, saatler ve çok daha fazlası artık kuvars kristaliyle çalışan saatlerin güven dolu elektronik devrelerine emanetti. O halde bir sorunu daha basit bir şekilde halletmek mümkünken, neden daha zor yolu seçelim ki?
Unutulan Komplikasyonlar
Gruen Airflight, 12 saatlik kadran dizilimini 24 saate çeviren basit ama etkili bir çözüm sunuyordu. Kadranın altında yer alan diskte 1’den 24’e kadar sayılar diziliydi. Gece 0’dan öğlen 12’ye kadar disk ilk pozisyondayken, öğlen 13’ten gece 24’e kadar ikinci pozisyona kayıyordu. Bu sayede öğleden önce ve sonrası için iki farklı kadran dizilimi elde ediliyordu. Dahiyane değil mi?
Fotoğraf: Worth Point
Ya da Fransız üretici LIP’in çift metalli termometreli mekanik saatlerine ne demeli?
Bana en ilginç gelen saatlerden biri Jaeger-LeCoultre imzasını taşıyor. Memovox Parking modeli size, aracınızı park ettikten sonra geçen süreyi gösteriyor. Böylece istenmeyen faturalar ödemenize gerek kalmıyormuş. Sanıyorum o yıllarda araçlar için park yeri bulmak büyük bir lükstü. Üstelik araç sayısı günümüze kıyasla son derece az olmasına rağmen.
Yine bir Fransız üretici olan YEMA ve Yachtingraf Regate modeli “vintage” saatlere neden bu kadar rağbet edildiğini açıklarcasına karşımızda. Disk gösterimli geri sayım kronograflara artık rastlamasak da, bu tarz bir saat 60’lı yıllarda eminim birçok yelkenli ve yarış sevdalısının ya aklındaydı ya da kolundaydı.